Herkese merhaba!
Yolumu bu sefer komşumuz Bulgaristan’a uzattım.
Bulgaristan Turizm Bakanlığı davetiyle Sofya başta olmak üzere birçok şehrini, ve bölgesini keşfetme fırsatı yakaladım.
Ne yalan söyleyeyim gitmeden evvel biraz önyargım vardı lakin gittikten sonra Bulgaristan’a aşık oldum.
Ve şunu da belirtmek isterim ki hayatımda ilk kez bu kadar güzel karşılama ve inceliklerle dolu bir ağırlama ve seyahat yaşadım.
Beni instagram’dan takip edenlerin çoğu ne kadar keyif aldığımı biliyordur ama bilmeyenler için buradan ballandıra ballandıra tekrar anlatacağım.
İlk Durak Sofya!
”Benim güzel Sofya’m”
Havaalanında elinde adımızın yer aldığı yazı ile karşılıyor bizi Ivaylo Hranov
( Ivo ) ve Asya Zareva.
5 gün sürecek olan seyahatimizde hep yanımızda olup bize Bulgaristan’ın tarihini, kültürünü ve daha çok ne kadar yakın dostluk kurabileceğimizi anlatacaklar.
Bu satırları yazarken şu an bile özlediğimi anladım.
Havaalanından otele doğru ilerlerken transfer aracının camından şöyle bir izliyorum şehri!
Sofya resmen nefes alıyor ayrıca muhteşem yapıları ile de nefes kesiyor.
Hemen hemen her yerde ağaçlar ağaçlar arasında göz kamaştıran binalar kucak açıyor bize varmadan evvel hemen şehir merkezindeki otelimiz
Hyatt Regency Sofya’ya..
Otelimiz şehir merkezine adım mesafesinde ve yanı başımızda hemen oracıkta o muhteşem görkemi ile göz kırpıyor bize Alexander Nevesky Katedrali.
Her bir köşesini keşfetmek için ne kadar sabırsız olduğumu hatırlıyorum!
Ama önce bir yemek yesek iyi olur!
Burada kahvaltı etmek için uçakta bile kahvaltı etmediğim aklıma geliyor.
Otele yürüme mesafesinde olan bir yere doğru Ivo ve Asya’nın peşinden gidiyoruz ve şirin mi şirin bir kafenin sandalyesine kuruluyoruz.
Sipariş için kendime içerisinde humus, avokado ve enginar kalbi olan bir sandviç yanına da kahve ile ilk günümüze başlıyorum.
Mekanın adını merak ediyorsanız hemen söyleyeyim Fabrika Daga (Gökkuşağı Fabrikası)
Nefis kahvaltımı kahve ile taçlandırıp otelemize doğru yola koyuluyoruz.
Bahsetmiştim otelimiz Hyatt Regency Sofya baya şehrin göbeğinde ve Sofya’da gezip görmek isteyeceğiniz hatta gece eğlenmek isteyeceğiniz her yere yürüme mesafesinde diye…
Hızlıca otelimize yerleşip şehrin tadını çıkarmak için ne kadar heyacanlı olduğumu anlatmama gerek yok sanırsam!
-ve öyle de oldu her bir saniyesini değerlendirmek için dinlenmek bile istemediğimi hatırlıyorum!
Sevgili Ivo ve Asya ile muhteşem bir şehir turu bizi bekliyor daha ne olsun!
Yol üstünde önünden geçtiğimiz devasal büyüklükteki Alexander Nevesky Katedrali ilk durağımız olacak ve önünde yüzlerce fotoğraf çektirip buradan Sofya’dan ilk instagram karemi payalaşacağım o muhteşem kareyi yakalayacağım önce ve sonrasında içeriye girip mest olacağım.
Aynen öyle de oldu bu arada içeride fotoğraf çekmek yasak demiştim lakin ben iki kare detay çekmişim altta görebilirsiniz 🙂
Sofya’nın sembolü olan kliseden ayrılıp yol boyunca karşımıza çıkan her heykel, her yapı ve geçmişten günümüze kadar olan hemen hemen her şeyi sevigili Ivo’nun muhteşem anlatımı ve tarih bilgisi ile can kulağıyla dinliyorum.
Zaman zaman içimden o dönemlere ışınlanmak ( geçmişe yolculuk ) yapmak en azından bir kaç dakika o havayı solumayı arzu ettiğimi hatırlıyorum.
Sofya’da şehir içi ulaşım pek bir kolay şehrin merkezinden önünüzden hemen hemen her yerden tramvaylar geçiyor! Bu bana Milano’yu anımsatıyor bir anda!
Bunların dışında metro ve otobüs hatlarıda sizi istediğiniz yere ulaştırabiliyor.
Sofya’da görmeniz gereken başka bir önemli klise ise mutlaka St. Sophia Kilisesi olacaktır. Buraya Ayasofya veya Azize Sofya Kilisesi de denmektedir ve İstanbul’daki Ayasofya Kilisesinde kullanılan aynı renk tuğlalardan yapılmıştır.
Biraz yazı dilimi değiştirip burası hakkında bilgi vermek isterim size;
Tarihi 6. yüzyıla uzanan ve Sofya’nın en eski ikinci kilisesi olan St. Sophia Kilisesi, Sofya’nın ismi şehirde bulunan bu kiliseden gelir. Kilise olarak kurulup sonradan camiye dönüştürülen bu yapı, şehrin en eski yapılarından biridir. Dördüncü asırdan beri bu yerde bir kilise bulunmaktadır fakat şimdiki yapı 6. asırda inşa edilmiştir.
Ayasofya kutsal bilgelik anlamını taşır. Kilisenin içine 12. yüzyılda ikonlar çizilmiştir. Binanın planı haç şeklindedir ve Roma devri mimarisinin en iyi örneklerinden biridir.
Sofya şehri Osmanlı Devleti topraklarına katılınca kilise 16. yüzyılda camiye çevrilmiştir ve minareler eklenmiştir. Fakat minareleri 19. yüzyılda bir depremde yıkılmıştır ve cami terk edilmiştir.
Ayrıca içeride bir patlama da olduğunu Ivo’dan öğrendik.
Şehir Bulgarların eline geçince o dönemki adıyla Ayasofya Camii (veya Büyük Ayasofya Camii) tekrar, kiliseye çevrilmiştir.
Ben de hemen kilisenin önündeki şu güzelim aslanın yanında bir fotoğraf çektirip şehrin göbeğine doğru giden ekibe yetişiyorum.
Yukarıda da belirttiğim gibi Sofya’da her köşeyi dönünce muhteşem yapılar tarihten günümüze kadar tüm ihtişamını gözler önüne sunuyor.
Buram buram kokan Ihlamur ağaçlarının kokusu tarihin izlerine sürüklüyor resmen insanı burada!
Nasıl bir emek, nasıl bir mimari ve nasıl muhteşem!
Şüphesiz şehir turumuzda burada yazmadığım bir çok şey ve detay oldu lakin o kadarını buraya yazmaya kalksam inanın ki ne satırlar yeter ne de ben Sofya’dan başka yeri yazabilirim. Bu yüzden bu detayların hepsini tam da oradayken instagram’a attığım hikayelerimden izleyebilirsiniz.
Not: Öne çıkanlarda 🙂
Şehir turumuza bir ara verip öğlen yemeği için soluğu şehrin en işlek caddesi üzerinde yer alan
Shtastliveca Restaurant Sofia’da alıyoruz.
Ambiansı, dekorasyonu ve yemekleri gerçekten şahaneydi.
İçeride yer alan tablolar ise gerçekten çok dikkat çekiciydi ve hemen yemek öncesi poza bile bürünmüşlüğüm oldu.
Yemek olarak kendime Risotto Porçini sipariş ettim şarabımızı ise Ivo önerdi!
Eğer yolunuz buraya ya da Bulgaristana düşerse mutlaka Zelanos Misket denemenizi tavsiye ederim.
Öğlen yemeğimiz ardından otelimize geri dönüp hızlıca hazırlanıp akşamüstü biraz dinlence sonrası gene dışarıya çıkıyoruz.
Sevgili Ivo’un değerli anlatımıyla Sofya’nın tarihini ve değerli olan her şeyini öğreniyoruz şöyleki; Atamızın bile ne güzel anıları yaşanmış burda onları hayranlıkla dinliyoruz.
Hatta bu yazının sonunda bir şiir payalaşacağım Nazım Hikmet’den ben mesela ilk kez bu şiiri Sofya’da Ivo’dan duydum.
Çok etkilendim ve sizde okurken etkeneceksiniz.
Bu yüzden son sayfaya kadar gidin ve okuyun.
Akşam yemeği için gene güzel bir yerde aldık soluğu…
Yahu bu Sofya’nın da restoranları acaip iyi!
Gittiğimiz mekanın adı Kocmoc ( Cosmos ) muhteşem kokteylleri ve yemekleri olduğunu söyleyebilirim.
Dekoruna ise bayılacaksınız!
Burada kuzu siparişi verdim tadı hala damağımda ve unutmadan içtiğim ise buranın kendi birası!
Bulgaristan’ın genelinde restoran ve kafelerde her işletmenin kendi birası oluyor ve bira ambalajları ise şahane altta fotoğraf paylaşıyorum ben bayıldım!!!!
Sofya’da ilk günümüzü okuduğunuz ve fotoğraflardan gördüğünüz gibi dolu dolu geçirdik!
Daha fazlası da oldu tabii ki bunun için de instagram sayfama gidip öne çıkanlara göz atmanızı isterim.
Daha fazla bilgiyi ise Bulgaristan’ın resmi sayfası olan
Bulgaria Travel ( @bulgariatravel ) ‘dan edinebilirsiniz.
Sofya’dan ayrılmadan yani yolumuzu Bansko’a hemen çevirmeden önce otelimizde güzel bir kahvaltı ve fotoğraf çekimi yapmalıydık!
Benim pek kahvaltı ile aram olmasa da şunu söyleyebilirim ki kahvaltı çeşitleri bol ve lezzetli!
Kahveye ise diyecek sözüm yoktu!
Orada bizleri bol caz bol havuz ve bol spa bekliyor…
Bu arada unutmadan Nazım Hikmet’in o muhteşem şiirini yani Sofya şiirini şuracıkta paylaşayım!
SOFYA’DAN
Sofya’ya bir bahar günü girdim, şekerim.
Ihlamur kokuyor doğduğun şehir.
Dünyayı sensiz dolaşıyorum,
böyleymiş kaderim
elden ne gelir…
Sofya’da ağaç duvardan önce, duvardan güzel.
Sofya’da ağaçla insan karışmış birbirine,
he kavak,
nerdeyse odaya girip
kırmızı kilime oturacak…
Sofya şehri, büyük mü?
Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil,
anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor,
Sofya büyük bir şehir…
Burda akşam deyince dökülüyor sokağa millet,
çoluğu çocuğu, genci ihtiyarı,
bir gülüşme, bir uğultu, bir gürültü, bir kıyamet,
bir aşağı, bir yukarı,
yan yana, kol kola, el ele…
İstanbul’da Şehzadebaşı’nda ramazan geceleri
-Sen o devre yetişmedin Münevver-
piyasa edilirdi tıpkı böyle.
Yok… Geçti o geceler…
Şimdi İstanbul’da olsam
aklıma mı gelirdi onları aramak?
Ama İstanbul’dan uzak
her şeyini arıyorum.
Üsküdar Cezaevi’nin görüşme yerini bile…
Sofya’ya bir bahar günü girdim, şekerim.
Ihlamur kokuyor doğduğun şehir.
Bilmediğin gibi ağırladı beni hemşerilerin.
Doğduğun şehir kardeş evim bugün.
Ama kendi evin kardeş evinde bile unutulmuyor.
Şu gurbetlik zor zanaat zor…
Nazım Hikmet
24 Mayıs 1957, Varna