top of page
  • Instagram
  • TikTok
  • Youtube
  • Spotify


travel & lifestyle blog

onurollstyle.co

  • Yazarın fotoğrafı: Onurollstyle
    Onurollstyle
  • 23 Nis 2016
  • 1 dakikada okunur




Herkese merhaba, baharın gelişini şüphesiz beraberinde gelen birbirinden güzel festivallerle karşılamak en güzeli!

Bizim işimizin bir parçasının da bu olduğunu düşünerek bahar bize de hoş geliyor doğal olarak. Geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen 7. Alaçatı Ot Festivali’ne de Dora Magazin davetiyle gitmiş bulunduk. 

Benim ilk Alaçatı deneyimim değildi fakat ilk  ot festival deneyimimdi diyebilirim. 

Ege’yi oldum olası sevmişimdir, İzmir benim için önemli bir yere sahiptir hep ve doğal olarak Çeşme ve Alaçatı’da o parçanın içerisinde yer aldığı için her defasında mutlu ve huzurlu geçiyor tatillerim. 

Gelelim ot festivaline, Bu yıl 7.’si düzenlenen festivalin amacı, yörenin lezzetli otlarını tanıtmanın yanı sıra Alaçatı turizmini de hareketlendirmek. 

Festivalin asıl teması bildiğiiz gibi Ege otları, gibi hem yararlı hem de pek bir lezzetlidir mesela Radika. Kavurması özellikle şahanedir. 

Hafif haşlanıp, limon ve zeytinyağ ile lezzetlendirebilirsiniz. Bunun dışında benim en sevdiklerim arasında ise kesinlikle zeytinyağlı börülce ve enginar dolması geliyor. 

Adı üstünde ot festivali hal böyle olunca bizde Alaçatı’ya başta aşağı kurulan tezgahları gezip kendimize uygun porsiyonlarda bu lezzetle hazırlanmış yemeklerden aldık ve yayıldık çimenler üstüne…

Şimdiden bir sonraki festivalin özlemini iple çekerken sizi muhteşem Festival’in fotoğraflarıyla baş başa bırakıyorum.









 
 
 
  • Yazarın fotoğrafı: Onurollstyle
    Onurollstyle
  • 21 Eki 2015
  • 3 dakikada okunur

Hayallerimin şehri Roma!

Hepinizi içtenliğim, sevincim ve mutluluğumla selamlıyorum…

Roma’yı tüm sevdam ile anlatacağım. Belkide büyük bir aşk hikayesi gibi okuyacaksınız kim bilir. İçinde kaybolduğum, her şeyini kaybettiğim, sonra ezberim olan şehri satır satır anlatıyorum.

Her şey bundan 5 yıl önce başladı ilk yolculuk, ilk heyecanla çıkmıştım yola, içimde bir eksiği tamamlama umuduyla belkide…

İşte tam da öyle oldu. 2010 yılının serin ekim ayı saatin 3 ’üydü Fiumicino hava alanına indiğimde, Blog sayfalarından okudularım ve şehrin bariz haritasıydı bir tek elimde olan. En fazla bildiğim ise bir tren ile şehrin göbeğindeki book ettiğim ucuz bir otel adresi bir de…

Zamanı doldurup, sabahın ilk ışığında şehrin göbeğine Termini İstasyonuna beni götürecek treni beklemekten başka bir derdim yoktu. Hava alanında bulduğum bir cafeye girip buz gibi bir bira alıyorum ve valizimi sandalyemin bir köşesine yerleştirip heyecanla beklemeye koyuluyorum.

Zaman hızla akıyor, gün yüzünü göstermeye başlıyor. Yerimden kalkıp tren istasyonuna doğru ilerliyorum ve sonrası şehri hızla yarıp gecen tren ve ben….

Otele hızla yerleşiyorum. Ucuz ama şükürler olsun ki kirli değil sadece bir sorun var! Duş ve tuvalet ortak kullanım. Her neyse kaç gün kalacağım ki ve odada ne kadar zaman geçireceğim ki sorusunu kendime sorum rahatalamaya başlıyorum.

Otel resepsiyonundan aldığım şehir haritasını inceleyip gidilmesi gereken yerlere tik atıyorum ve başlıyorum saatlerce sürecek bir yürüme maratonuna…

Her defasında metro ’ya biniyorum. otobüs kullanıyorum. Termini’den Aşk Çeşmesi, Kolezyum ve Vatikan’a gitmek bu kadar zor olmamalı diye düşünürken 3 saatim yollarda geçiyor dahası hem yorulmuş hem de şehrin güzelliğinden mimlenmiş ruhum oluyor….

Yukarda anlattıklarıma eş olarak ilk Roma seyahatimin 2. gününde her şeyini bir hırsıza kaptırıp sefil bir hale düşsemde tatilimi orada sonlandırmayıp Floransa’ya uzatıyorum yolumu…

Roma’dan nefret etmiştim bir kere tüm nakit param, telefonum ve bilgisayarım bir çanta içinde gitmişti ne de olsa…

Floransa’ya vardığımda yine gecenin bir yarısıydı beni tiren istasyonunda karşılayacağını söyleyen bir arkadaşım gecenin bir yarısı sarhoş olup beni unutacağını bilemezdim tabii ki, Sanırsam İtalya’dan uzaklaşmam ve ülkeme İstanbul’a dönmek iyi gelecekti!

Ah derin bir özlemle Boğaz köprüsünü özlüyorum…

Her neyse bizim kızdan hala haber yoktu cidden bir tren istasyonunda ve lanet olası bir ülkede tek başına çaresiz kalmıştım. Gittiğim tüm otellerde yer yok üstelik!

Yine bir bilet aldım ve Roma’ya geri döndüm. Bu kez biraz daha paraya kıyıp daha iyi bir otelin kapısını çaldım.

Herşey Yolunda!

Kocaman otel odasında neredeyse dans eddecek durumdaydım. Bir önceki daracık tek yataklı ve üstelik tuvaleti olmayan bir otelden sonra burası bana saray gibi gelmişti..

Az çok bildiğim şehirde artık metroyu kullanmamaya başladım. Her yer ne kadar yakınmış!

Şehri 3- 5 adımda talan ediyor. Yeni arkadaşlar buluyor çok ama çok eğlenmeye başlıyordum.

Hatta o kadar eğleniyordum ki herşeyini kaybetmiş olan ben miyim diye bir bakıyordum…

Roma’ya seyahatim 2010 yılından sonra  seyahatlerim daha da çoğaldı. Her sene gitmediğimde özlediğim bir şehre dönüştü ve o gün bugündür beni benden alan bir aşka dönüştü. 

Her gittiğimde kendimi bulduğum bir yer haline geldi. 

İtalya benim için bambaşka ama Roma daha başka!

En son Milano moda haftası sonunda 2 günde olsa uğradım Roma’ya her şey 6 ay önce bıraktığım yerden devam ediyordu… Gittiğim barda ( Coming Out ) Pasquale duruyor, Claudia yine sokakta erkeklerle dans edip laf atıyor, gelen turistler ortalığı kesiyor bense Kolezyum’a karşı şarabımı yudumluyordum.

Otelim özellikle 2010 yılından sonraki tecrubemden dolayı Via Nazionale’de oluyor. 10 dakikada Aşk Çeşmesi’ne Kolezyum’a ve Piazza Navona’ya ulaşabiliyordum gündüzleri mutlaka Angelina di Trevi’de kahve içmek, akşamları ise  yemekten sonra mutlaka Ai Tre Scalini’de bir şeyler atıştırmak Romalı olmak demekti benim için…

Öyle herkesin bildiği, turistlik mekanları çok tercih etmem benim Roma’mda! Şehrin sokak aralarında mümkünse sakin ve kalabalıktan uzak olmalı…

Bir şarkı mırıldanmalısın tarihi altüst eden sokak aralarını geçerken, sokakta gördüğün herkese bir “ciao” demelisin!

Gündüzleri pencerini açıp “buongiorno” demek lazım Roma’ya…

İşte bu kadarla bitmiyor tabii ki…

daha çok yazmak isterim ama bu kitaplaşacak bir hikayenin bir ön sözü olur sadece 🙂

Hepinize sevgilerimle,

Hikayenin devamı olur ya bir gün yine daha ince detaylarla yazılır belki!


































 
 
 
  • Yazarın fotoğrafı: Onurollstyle
    Onurollstyle
  • 20 Eyl 2015
  • 2 dakikada okunur

Bodrum sonrası Kastro Tireli bağlarını gezmek hemde 2 günlük çiftlik keyfi için Manisa Akhisar’da aldım.

Bu 2 günlük çiftlik gezisi hem ruhumu hemde bedeni temizledi desem yeridir.. Şehir yaşantısının kaosu ister istemez hepimizin üzerinde kötü bir etki bırakıyor.  Durum böyle olunca biraz uzaklaşıp doğa ile baş başa kalmak her zaman iyi bir seçim oluyor. İşte bu bağ gezisi de benim içn tam da böyle bir kaçamaktı…

Doğal yaşama dair her ne varsa karşınıza çıkabileck mükemmel güzellikteki bu yeri gerçekten görmenizi tavsiye ederim. 


AKHİSAR

Arkeolojik burgulara göre Akhisar’daki ilk yerleşimler M.Ö. 3000 tarihlerinde olup Anadolu’daki şarapçılığın doğduğu tahmin edilen zamanlara denk gelmektedir. Hititler zamanından beri Akhisar önemli bir ticaret yolu olmuştur. Kuzey Lidya medeniyetinin en önemli merkezi durumunda olan Akhisar (Thyateira) tarih boyunca içlerinde Frigler, Lidyalılar, Romalılar, Persler ve Selçuklular’ın da bulunduğu bir çok medeniyetin hakimiyeti altında kalmıştır. Büyük İskender tarafından da fethedilen Akhisar, Araplarla Bizanslılar arasında birçok savaşa sahne olmuş, XIV. yüzyılda artan Türk etkisiyle Saruhan Beyliği’ne geçmiştir.

Yüzyıllarca şarabın kutsal sayıldığı toplumlara yurt olan Akhisar, bugün Türkiye’nin en büyük üzüm üreticisidir. Osmanlı devrinde gayrımüslim azınlıklar tarafından Akhisar’da icra edilen şarapçılık, Cumhuriyet ile birlikte, azınlıkların bölgeyi terk etmesinden dolayı yok olmaya başlamış ve bağcılık sadece yemelik üzüm yetiştirmeye yönelmiştir. Şaraplık üzüm yetiştiriciliğine uzak olan yerel halk, şaraplık bağları söküp bu alanlarda sofralık üzüm yetiştiriciliği ve tütüncülük yapmaya başlamışlar.


XX. yüzyılın başlarında Akhisar’ın Kayalıoğlu kasabasında kurulan Yahudi ziraat okulunun mahseni de şaraphane olarak kullanılmış. Bu okulun en önemli ilgi alanı bölgede bağ ve şarap uzmanları yetiştirmek olmuş. Ancak, bölgede yaşayan diğer azınlıklarla beraber Yahudiler’in sayısının da azalmasıyla okul şarapla ilgili faaliyetlerine son vermek zorunda kalmıştır.


KASTRO TİRELİ

Kastro Tireli Şarapları ise  Kastro Tireli bağlarının tam ortasında, Akhisar ovasına kuşbakışı bakan bir tepenin üzerinde yer almaktadır. Paslanmaz çelik ve Fransız meşe tanklarla birlikte 55 ton üzüm işleme kapasitesine sahip  bir tesis burası, üzümler pompa kullanılmadan salkım ve üzüm seçme bölümünden sonra tanklara, fermantasyon sonrası da fıçılara eğim cazibesi ile doldurululuyor. 


























 
 
 
Roma'da mutlaka görmeniz gereken halk pazarı Campo Dei Fiori #shorts #roma #gezilecekyerler
00:46
Akşam yemeğine fikir arayanlara: Köfteli Patlıcan Sarması!  #yemektarifi #köftetarifleri #shorts
00:21
Küçük Şehir, Büyük Macera! Ljubljana Turu
00:40
SLOVENYA: Bu Şehirde Ejderhalar Gerçek! | Ljubljana & Bled Gölü Gezi Rehberi
09:31
Kanlıca Yoğurdu Gerçekten Bu Kadar Meşhur mu?
15:03
İstanbul’da Meşhur Kanlıca Yoğurdu Yemeye Gidiyorum! #kanlıca #istanbul #gezilecekyerler
00:47
ERKEK ADAM SAÇ BOYAR MI? #saçboyama #saçbakımı #erkekbakımı
00:20
EVDE SAÇLARIMI BOYADIM! Sonuç MÜKEMMEL mi? | #fyp  #saçboyama
10:37

© 2025 by Onurollstyle.co. 

bottom of page