top of page

Boş arama ile bulunan sonuçlar

  • The Bodrum Cup

    Herkese merhaba, bir önceki postumda bahsetmiş olduğum gibi Bodrum Cup, Benetton kombinlerim ile karşınızdayım. Mevsim şartları ülkemizin her köşesinde değişiklik gösteriyor ve bu durumdan ben hiç mi hiç şikayetçi değilim. Çünkü kombinlerimi sıcaklık veya soğukluk durumuna göre ayarlıyorum genelde ve doğuya doğru seyahatlerimde daha sıkı şeyler tercih ederken batı rotamda her daim daha rahat ve mevsimlik parçalar valizimde yer alıyor. Bodrum’a da giderken aynen öyle yaptım. Denizde olmak orada kalmak için Benetton‘dan gündüz ve akşamüstü için kombinler tercih ettim. Daha dinamik, daha spor ve daha renkli olmayı her daim benimsemişimdir ve Budrum Cup çıkarmamda da bunu yansıtmaya çalıştım. Sizleri sıcacık fotoğraflarımla başbaşa bırakıp her birinize mükemmel bir hafta sonu diliyorum. The Bodrum Cup postunu BURADAN okuyabilirsiniz. #onurollstyle #benettonerkekmodelleri #benettonuomo2017 #bodrumcup #BENETTON #Benetton2017

  • The Bodrum Cup 2017

    Herkese merhaba, İnstagram’da beni takip edenler biliyor ki haftaya Bodrum’da Yelken yarışları ile başladık. İlk kez tekne de yaşamanın sevinci gerçekten paha biçilemez üzerine bir de yarışları eklersem duygularıma tercüman olacak birçok kare var. Deniz’de yaşam sürmek mavinin dilinden anlamak, martılara ve balıklara selam çakmak, gün doğumu ve gün batımını izlemek keyifli yaşamak için en güzel şey değil miydi. . . İşte hikaye böyle başladı denizde, gözünü açar açmaz alabildiğince güzel mavi karşılıyor seni sonrası ufacık ama yeterli bir odan, minicik bir banyo yeteri kadar yiyecek ve yarış tekneleri arasında seyir. Era Yat Kulübü tarafından düzenlenen uluslararası deniz festivali ve yelken yarışı The Bodrum Cup, deniz meraklılarına ve profesyonel yat mürettebatına yelkenciği öğretip benimsetmek üzere 1989 yılında başlatılmış ve kesintisiz olarak denize gönül verenler sayesinde bugüne kadar gelmiş. Koyların ve Denizlerin korunmasına kadar bir çok projeye imza atan bu yarışlarda beni etkileyen gerçekten Özel çocuklarımızın boyadığı numaraları bayraklar  bu yarıştaki teknelere renk katmasıydı. Altta ise paylaşmış olduğum fotoğraflarda bunları görebilirsiniz. Yarışlar, 17 Ekim Tav Passport Etabı, Kisebükü-Bodrum ile başladı ve sırasıyla Metro Etabı Kisebükü-Bodrum, Anadolu Sigorta Etabı Bodrum-Yalıkavak, Teknogym Yalıkavak-Gümüşlük ile ben sonlandırdım. Yarın ise Palmarina Bodrum Etabı Gümüşlük-Yalıkavak  ile bu güzel yarışlar sona erecek. 105 tekne ve 1500 yelkencinin katıldığı bu yarışlarda birbirinden güzel etkinliklere de dans edip eğlendiğimizi de söyleyip sizi çekmiş olduğum fotoğraflarla baş başa bırakıyorum. İlerleyen günlerde ise bu etkinlikteki Benetton kombinlerim ile karşınızdaolacağım. #bodrum #bodrumcupphotography #bodrumcup #yalıkavakyelkenyarışı #palmarina #bodrumyelkenyarışları #Thebodrumcup #yelkenyarışları #yelkenyarışıfotoğrafları

  • Roma Street Art - Roma Sokak Grafit

    Roma  denince herkesin aklına muhakkak geçmişten günümüze gelen tarihi yapılar geliyor. Belki de bu yüzdendir ki dünyadaki en çok turist ağırlayan şehirlerin başında geliyor Roma… Ama Roma’da sanat sadece müzelerde veya sokakta gördüğümüz ünlü kişilerin eserlerinden ibaret değil. Birçok İtalyan ve uluslararası sanatçı, son birkaç yılda büyük ve küçük sokak sanat eserlerini, siyah-beyaz ve renkli olarak sokakları kapladılar ve bir zamanlar yarı terk edilmiş sanayi bölgelerini ya da çevredeki mahalleleri gerçek müzelerde dönüştürüp şimdi ise Roma’nın en güzel sokakları haline getirdiler. Artık galerilerde nadir bulunan bu eserler gökyüzü ile buluşup gezenleri büyülü bir dünyaya kapı aralıyor. Bir önceki postumda da bahsetmiş olduğum gibi Roma’nın bana göre en güzel bölgesinde ikamet ediyorum. Nedeni ise benim gibi sanata düşkün olan biri için galiba:) İşte bu yüzden yaşadığım semt San Lorenzo sokakları Grafiti ile ünlü. Fakat sadece yaşadığım bölge değil aslında Roma’daki sokak sanatının başlayıp canlanması kentin güneydoğu kesimindeki Quadraro gibi popüler mahalle de tarafından başlıyor ve sırasıyla Ostiense, Testaccio olarak başlayı San Lorenzo’da bitiyor. Şu ise Roma’nın 150 sokağında 300’den fazla sokak sanatı çalışması var. Bu çalışmalar sadece bu bahsetmiş olduğum yerlerde değil  hemen hemen Roma’nın yer yerinde görmek mümkün. İşte size Roma’daki en iyi duvar resimlerini nerede bulacağınızın cevabı! Sokak Sanatı için Roma: Nereye Gidilir? 1. Quadraro Quadraro, Muro projesi sayesinde bir yeniden doğum dönemi geçiriyor. (Museo Urbano Roma), sokak sanatçısı David Daivù Vecchiato’nun yaratılması. Daivù, sokak sanatçıları ve mahalle insanları arasındaki diyalog sayesinde alttan sübvanse edilmeyen bir projedir. Bölgenin sokak sanatı devresi Quadraro-Porta Furba Metro durağında başlıyor ve Via dei Corneli, Via dei Lentuli ve Largo dei Quintili gibi birkaç sokak alanına kadar devam ediyor. İkinci bölümde, anti-faşist ruhun komşusuna “arı kovanı yuvası” denildiği 1944’deki Quadraro’nun kırığı anısına, Lucamaleonte’nin Yuva Atları’nın en önemli eserlerinden birine rastlıyoruz. 2. Ostiense Sokak sanatı, yirminci yüzyılın başlarında sanayi Roma’nın öncü bölgesi olan Ostiense’nin yüzünü tamamen değiştirmiş ancak son zamanlarda terk edilmiş bir hal aldı. Ostiense Bölgesi projesi sayesinde, birkaç dünyaca ünlü sanatçı sanayi sonrası endüstriyel atmosferde hayal gücünün verimli bir zemini bulmuş ve Roma’da en büyük sokak sanat eseri yoğunluğunu yaratmıştır. Duvar resimleri çoğunlukla Piramit ile St Paul arasında Via Ostiense’nin gerisinde ve Via del Gazometro ve Via del Fluviale Limanı gibi bazı yan sokaklarda bulunuyor. Bu şekilde, anti-kapitalist eserleri ile ünlü İtalyan ressamı Blu, şu anda işgal altındaki eski bir askeri mağazada büyük bir eser yarattı: çok renkli yüzlerin gökkuşağına, belki de bölgedeki birçok göçmen için hoş bir mesaj. . 3. Testaccio Ostiense’den uzak olmayan, Diğer Ekonomi Kenti çevresindeki alan, Ekskavatör ve çevredeki sokaklarda saygı gören sokak sanatı örnekleri barındırıyor. Bir örnek, Galvani Caddesi’ndeki ROA tarafından bir binanın yan tarafında yaratılan parçadır. ‘Jumping Wolf’ adlı duvar resmi, her yerde bulunduğu yerlere özgü siyah beyaz hayvanları her zaman boyayan Belçikalı sanatçıya özgü, idealleştirilmeden daha belirgin olan, sofranın “hayvan” biçimini tasvir ediyor. İş, efsanevi Roma sembolü değil, herhangi bir kurt gibi çok fazla olduğu için eleştirilmiş. 4. San Lorenzo Benim evimin olduğu yer ve Üniversite yakınlığından dolayı bohem atmosferi sayesinde ilçe, Roma sokak sanatının sıcak noktalarından biri olmuştur. Via dei Sabelli’deki Alice Pasquini’nin parçası Roma’daki en güzel duvar resimlerinden biridir: sanatçının rüyası tarzında gerçekleştirilirken, şehirde oynayan ve yaşayan çocukları tasvir eder. San Lorenzo Gümrüğü önceki sayılarda Ostiense’de düzenlenen Street Art Outdoor Festivali’ne de ev sahipliği yapıyor. 15 davetkâr sanatçı, eski Gümrük meclisinde kendi eserlerini icra ettiler. Roma’daki diğer duvar resimleri San Basilio, Tor Pignattara, Tor Marancia ve Prenestina‘da bulunabilir. Daha kapsamlı bir genel bakış için, iPhone ve Android için kullanılabilen Street Art Rome uygulamasını indirebilirsiniz. #grafitiroma #romagezisi #romadasanat #romadagezi #romadagezilecekyerler #romastreet #streetart #Streetartaroma #sokaksanatı

  • Roma da Okullu Olmak - Romada Dil Okulu

    Herkese merhaba, uzun bir zamandır blog yazamıyordum. Malum Roma’da geçen yoğun okul programı programı yüzünden ayrıca Milano moda haftası ve benim gezme sevdam bu postun ve sonra gelecek postların da gecikmesine neden oldu. Yaklaşık altı haftalık yoğun okul maceram bitti ve sonunda İstanbul’a geri döndüm. Orada geçirdiğim zamanın özellikle okul hayatımı ve yaşadıklarımı burada size anlatmaya çalışacağım. Roma’da ikinci haftam ve sonraki günlerim de hafta içi her gün okulda geçti. Eminim ki orada okumayı düşünen bir çok kişi vardır özellikle yurtdışı dil okulları hakında bilgi almak isteyenler ve orada nasıl bir sistem olduğunu, yaşamın ve zorluklarını merak edenler için böyle bir post yapmak istedim. Okulu’umu Roma’ya gitmeden Istanbulda belirli araştırmalar sonucunda ilk olarak bu araştırmayı çeşitli okullar arasından burada okumuş kişilerin yorumları vs gibi seçeneklerin ardından  ( Roma’yı bildiğimden ) şehre yakınlık, yürüme mesafesi gibi seçenekleri göz önünde bulundurarak seçtim. Hem şehre yakın olmak hem de okumak için en iyi seçenek sunan benim okuduğum dil okulu Torre di Babele idi. İnternet üzerinden okul başvurusunu ( 6 hafta olarak ) yapmamın ardından ikinci olarak orada ev tutmam gerekiyordu. Bildiğiniz gibi İtalya da diğer avrupa ülkeleri gibi bizim için çok pahallı özellikle Roma gibi çok turistik bir yerde okumayı göze alıyorsanız araştırmalarınızı çok çok daha iyi yapmanız gerekiyor. Hemen hemen her dil okulu gibi benim de seçmiş olduğum okulun da konaklama imkanları vardı. Hemen hemen tüm okul arkadaşlarım da bundan yararlanmıştı fakat benim gerek yaşım gerekse rahatlık anlayışımdan dolayı başka bir kişinin evinde konaklayamazdım bu yüzden orada ev kiraladım. Fakat arkadaşlarıma sorduğumda gerçekten gerekte yokmuş daha ucuza okulun sağladığı bu imkandan yararlanmanızı tavsiye ederim. Gelelim okula… Okula başlamadan önce çok heyecanlı olduğumu size söylemem gerekiyor. Belirli bir yaşa gelmiş okul zamanını çoktan geçmiş her birey gibi benimde kafamda daha orada olmadan bir sürü şey vardı. Acaba adapte olabilecek miyim? Yaş ortalaması nasıldır? Anlaşabilecek miyim? Gibi gibi bir sürü şey kafamı kurcalayarak okul yolunu tuttum. İlk olarak kayıt işlemleriniz tamamlanıyor ve ardından seviye tespit testine alınıyorsunuz. Benim daha önceden Italyanca geçmişim olduğu için bir üst düzey sınıfa alınıyorum ve zil sesini beklemeye koyuluyorum. Saat 09:00 da zil çalması ile ile sınıfıma doğru yol alıp sırama oturuyorum. O kadar heyecanlıyım ki anlatmam mümkün değil. Birbirinden farklı ülkeden gelmiş 10 kişi bir sınıf içindeyiz. İlk olarak kimse birbiri ile konuşmuyor. Sadece merhaba der gibi her giren kafa sallayıp yerine oturuyor. Yaş ortalamaları ise 18-45 yaş aralığı ve bu beni inanın çok daha rahatlatıyor. En azı dan benim gibi belirli yaş almış insanları da orada görmek iyiydi. Ve öğretmenimiz olacak güzeller güzeli Alice sınıfa girer. Herkese italyanca hoş geldiniz der ve önce kendini ve sonra bizi tanıttırır sınıfa. . . Bundan Sonrası Çok Daha Kolay! İlk ders tanışma aşamasından sonra genel bilgilerle geçti ve o kadar hızlı geçti ki 4,5 saat nasıl geçti anlamadım bile 🙂 Bundan sonraki günler de aynen öyle geçecekti belli her geçen gün dersler ağırlaşsa da okul gerçekten çok iyi gidiyordu. Her hafta kur atlıyor aramızdan ayrılanlar için üzülüyor ve bir sonraki hafta aramıza yeni yeni arkadaşlar geliyordu. Hem bu şekilde dünyanın yer yerinden arkadaşlarım oluyordu hem de yalnız kalmıyorduk. Okullumuzun haftalık okul içinde ve dışında birbirinden güzel aktiviteleri oluyordu bu şekilde hem Roma’yı keşfediyor, Jestlerini, kültürünü, yeme içme adabını öğreniyor hem de arkadaşlıklarımızı da bir o kadar güçlendiriyorduk. Öyle ki whatsapp gruplarımız oluşuyor hemen hemen her gün beraberce buluşuyor, yemek yemeğe veya dans etmeye çıkıyorduk. Derslere sıra gelince kitabımız okul öğretmenleri tarafından hazırlanmış özel bir kitap kullandık. Kitap Italya’ın kuzeyinden başlayıp güneyine kadar tren yolculuğu yapan biri üzerinden ilerliyorduk. Bu şekilde İtalya’nın şehirleri hakında bilgi topluyor hem de bu bilgiye eğlenceli derslerimizi ekliyorduk. Tüm bunların dışında Roma’da yaşamak çok güzeldi gerçekten çok yalnız da kalsanız sıkılmıyorsunuz. Şehrin büyüsü o kadar güzel ki saatlerce bir anıta bakmak bile yeri geliyor keyif verebiliyor. Özlediğiniz şeyler tabii ki oluyor. Özellikle ben kahvaltıyı çok özlüyorum mesela ve ayrıca çorbayı 🙂 Hayat burada bize göre cidden pahallı yani euro olmuş 4 küsür TL bu tabii ki bizim paramızın değersizliğinden kaynaklı! Bundan dolayı burada geçirceğiniz zaman diliminde nerede nasıl harcama yapmanız gerektiğini bilmek zorunda oluyorsunuz. Ben genel olarak özellikle sabah ve öğlen için market alışverişi yapıyordum. Peynir, ekmek meyve ve hafif atıştırmalıklar bu iki öğünü kurtarıyordu. Roma özellikle turistik bir şehir olduğu için mümkün olduğu kadar bu lokasyonların dışında yemek yemeğe özen gösterdim. Daha lokal ve daha lezzetli! Oturduğum semt San Lorenzo gerçekten benim için en güzel yerlerden biri! Çünkü gerçek yerel halk, üniversite semti ve gece gündüz ne istersem ayağımın dibindeydi ve bu yüzden harcamam düşündüğümün daha bir altında oluyordu. Roma’da telefon ( internet ) kullanımı: Orada bulunduğum zaman diliminde Italyan hattımı kullandım. Gerçekten bir haftalık dahi oraya gidince bu hattı kullanıyorum.  Hattı ilk alınca 30 euro bir rakam ödüyorsunuz sonrasında ise aylık 9 Euro’ya 20 GB internet paketi alıyordum. Roma’da Ulaşım: Belki de en çok merak edilen bu konu ama şunu söylemek isterim ki eğer tatil için Roma’ya gelecekseniz bence yürüyün çünkü her yer o kadar yakın ve yürüme mesafesi ki buna cidden şaşırırsınız. Ama benim gibi orada uzun süre kalmayı düşünenler için burada olduğu gibi orada da ulaşım için kartlar var. Ben 30 günlük Roma kart alıyordum yaklaşık 34 euro istediğin kadar metro, tram, otobüs kullanabiliyorsunuz. Aynı şekilde bu kartların 7 günlük ve 3 günlük olanları da var ve Termini içinde tabacchi lerde satılıyor. Şimdilik benden bu kadar oradaki tüm arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi çok özledim. Ama biliyorum ki biz tekrar görüşeceğiz ve hepimiz birbirimizi ziyaret edeceğiz. Umarım bu yazdıklarım sizleri biraz olsun rahatlatmıştır. Okulum ile alakalı bilgiye bu link ten ulaşabilirsiniz. http://www.torredibabele.com/tr/ #romadainternet #dilokulu #romaokulönerileri #romaokul #Romadilokulu #romadayaşamak #romadatelefon #yurtdışıdilokulları #romadaokul #romadaokuyan #yurtdışıeğitim

  • Roma'da Dil Okulu - İlk Hafta

    Hepinize Roma’dan sevgiler. . . Aslında nereden başlayacağımı ve nasıl devam edeceğimi de ben de bilemiyorum. Garip duygular içindeyim nedenini bir çoğunuz biliyor sanırsam ve bilmeyenler için ise tekrar anlatayım. Yıllardır hayalini kurduğum şeyin tam da içindeyim şu anda! Yıllardır Roma’da turist gibi değilde oralı olmanın arzu ile yanıp tutuşmuştum aslında… Ve yaklaşık bir hafta evvel Roma’ya bu hayalimin ilk tohumunu atmak için ayak bastım. Yıllardır turist olarak su yolu yaptığım Roma’da artık uzun bir süre en azından 2 ay kadar ikamet edeceğim. Bu yüzden buraya ayak basar basmaz her ne kadar burayı çok sevsemde bir o kadar İstanbul özlemim depreşiyor. Gezdiğim sokaklar, tanıştığım insanlarda olmasaydı inanın oturup bir kenarda ağlayabilirdim o derece yani 🙂 şükür ki yeni yeni insanlar ile tanışıyorum ve her geçen gün biraz daha şey öğreniyorum. Biliyorum ilk haftalar biraz zor geçecektir sonrası ise bilinmiyor. Ama şunu söyleyeyim beni merak etmeyin her ne kadar yakınsamda iyiyim buralarda eh dile kolay memleketimden apayrı bir yerde yaşamaya çalışıyorsun haliyle zor olacaktır. Biliyorum çok merak edenler var yaşadığım lokasyonu ve bşr haftamın nasıl geçtiğini işte bu yüzden bu post ile karşınızdayım. Roma’da San Lorenzo denilen bölgede ikamet ediyorum. Bu bölge Termini tren istasyonuna yaklaşık yürüme ile 10 dakilalık mesafede. Burada ikamet etmemin nedeni çok fazla turist görmek istemediğim ve okuluma yakın olmak içindi ve sanırsam bunun için doğru karar almışım. Burası her ne kadar yürüme mesafesinde olsada ben sürekli şehir içine giderken otobüs ve metro kullanıyorum. Burada her yer ne kadar yürüme mesafesinde olsa da belli bir zamba sonra o yollar gözünde büyüyebiliyor. Ayrıca madem buradayım bu yüzden abonman bileti hahibi oldum. Abonman biletleri ile dilediğiniz kadar otobüs, metro ve tramway kullanabiliyorsunuz yani bir limiti yok. Bu yüzden de ulaşım olayını güzel bir şekilde çözmüş bulunaktayım. İkinci çözmüş olduğum konu şse şüphesiz telefon hattı idi gerek internet kullanımı gerek ise arama yapmak için Türkiye hatları ne kadar özel kampanlar sunmuş olursa olsun belli bir zaman sonrasında bu ciddi anlamda büyük bir masrafa gireceğinden dolayı ilk olarak buraya ait hat edindim. Ayda 9 Euro’ya 29 GB internetim var ilk olarak hattınız yok ise toplamda 30 Euro ödmeniz gerekiyor. San Lorenzo, bahsetmiş olduğum gibi çok fazla turistik bir bölge olmasa da buranın kendine has özellikleri var. Genel olarak öğrenciler çok olduğu bu bölgede Roma’nın yerlileri yaşıyor ve bu yüzden de şehrin içindeki turistik yerlerden daha ekonomik. Buradaki sokakların hemen hemen hepsi demiyorum genelde öyle grafiti ve resimlerle kaplı! Öğrenci yoğunluğu olduğu için neredeyse sabaha kadar sokaklar full dolu ve her yerde gecenin geç saatine kadar açık. Genel olarak sanat burada çok fazla! Gündüz saatlerinde çok sakin olduğu için ilk bir haftamı özellikle Roma’yı merak edenler için bolca turistik yerlere ayırdım. Gelen talepler doğrultusunda da bu gezmelerim devam edecek bu yğzden instagram’dan bolca storylere göz atın. Genel olarak TL’nin Euro karşısında bir değeri olmadığı için ve ben de burada artık turist olmadığıma göre buna göre hareket ediyorum. Yani bir kahveye 3-5 Euro para vermek istemiyorum. Bu yüzden de daha lokal yerleri keşfedip ona göre hareket ediyorum. Öğlen ve sabah yemeklerimi muhakkak marketten alış veriş ( çok güzel sandviçler var ) yaparak geçiriyorum. Bunu dışında evim için de alış veriş yaptım sabah sabdviç yapmak için çeşitli peynirler ve içeçek depoladım 🙂 Hemen hemen hergün Kolezyum’a gidiyorum  nedeni ise orada Coming Out adında güzel bir kafe var ve arkadaşlarım orada çalışıyor. Hem italyancamı geliştirmek hem de yeni yeni insanlar tanımak için günün belirli periodlarında soluğumu orada alıyorum. Geri kalan zamanlarımda ise malhallemdeyim. Bir haftalık Roma hikayem böyle pazartesi gğnü ise yepyeni bir deneyim başlıyor benim için! Yani Pazartesi okula başlıyorum. Bakalım önümüzdeki hafta burada hangi saturlara yer vereceğim? Hepinizi tek tek selamlıyorum. Haftalık çıkarmamın fotoğrafları altta yer alıyor. Sevgilerimle, Onur #romadaöğrenciolmak #romadabirhafta #Romadayaşam #birhaftaRoma #İtalyadaöğrenciolmak #roma #rome #İtalyadakonaklama

  • Yüksek Dağlara Doğru… / Karadeniz Seyahatim

    Uzaklaşmak istersin bazen kendi kabuğuna çekilip herşeyden. . . Kimsenin sana ulaşamayacağı yerleri mesken etmek istersin ya hani işte öyle! Gerçekliği arar durur, sorgularsın, sorarsın hep kendine neden diye; nesin, neredensin kimsin sen? Bir an gelir yollara vurur bir iz peşine düşer durursun. Pervane misali döner de durusun. İşte benim hikayem de böyle! Her aldığım yaş kalıbında herşeyden biraz daha uzaklaşmak istemem de bundan. “Ne ararsın” diye soranlara artık açık açık “kendimi arıyorum” demem de ondan. Arayan bulurdu elbet! Sonunda ben de buldum kendi özümü bir dağın tepesinde yapayalnız, kimsesiz ve sakin dolaşırken. Ayaklarım yalın, ruhum temiz ve duygularım son derece naifken anladım niyetimi. . . Bir şarkı çalıyordu patika yollarını aşarken ben Pokut yaylasının. Ben o toprakların çoçuğuyum, anam mavi babam ise yeşil. Ezbere değilmiş aşka dair dinlediğim ağıtlar, türküler çizdiğim resimler de üstelik. Benden önce geçip gidenlerin bıraktığı bir mirasmış Aşk. Ben de onlar gibi ağıtlar eşliğinde aşktan öleceğim. Göğsümü gere gere tek suçum Aşk diyeceğim. O yağmura, o yeşile, o maviye ve o toprağa emanet edilecek bedenim birgün. . . Yüreğimin sesi budur dostlar, türküsü ise fonda çalan. . . Herkese merhaba, geçtiğimiz ay gitmiştim memleketime yani Rize’ye. Uzun zaman olmuştu İstanbul’a göç edeli, İstanbul’un kaosu, büyükşehirin büyüsü ve hayatta kalma savaşı içindeyken unutmuşum özümü. . . Yeşilin ve mavinin binbir renginin buluştuğu köyümü, taze çay kokusunda sohbeti ve sıcacık bir babaanne sarılışını özlemişim. Dile kolay yirmi yıl geçmiş üzerinden, doğduğum topraklar benim kıyısında çakıl taşları topladığım masum ve yalın memleketim bıraktığım gibi değildi. Her gelişmekte ve yenilenmekte olan yerler gibi günün şartlarına ayak uydurmak durumunda kalmış. Yeni jenarasyonlar gelmiş ve yaşıtlarımın hemen hemen hepsi birer birer göç etmiş aynı bizim gibi… Her ne kadar hüzünle voltalasam da caddelerimi yine mutluydum ve artık aitlik hissini anlamıştım orada… YÜKSEK DAĞLARA DOĞRU Tüm ziyaretlerimi merkezde gerçekleştirdikten sonra vurma zamanıydı yollara en tepelere, dağlara… Zaten kalabalıktan sıkılmış olan bedenimi gizlemeliydim ağaç gölgelerine! Yarım kalmış bir hikayenin parça parça izlerini bulup tamamlamalıydım ve öyle yaptım. Pazar’dan çıktım yola ve dağlara doğru, Çamlıhemşin’e doğru… Huzurun bol kepçeden dağıtıldığı yerdeyim artık. Sahte gülücükler, anlamsız ve sıradan bakışlar gerçek sevgi ile yer değiştirdiği toprakların üstüne yalın ayak basıyorum. Nefes alıp, nefes veriyorum ve bunu siz buradaki fotoğraflarda görüyorsunuz. Bitti. Buralara nasıl gidilir? Evet benim memleket kokum ama sizde bu kokuyu hissedbilirsiniz buralara gitmek ve yaşamın ne kadar güzel olduğunu ve hayatın aslında ne hoş olduğunu deneyimlemek için. Yüksek dağlara çıkmak sanıldığından zor değil özellikle günümüz şartlarında 🙂 İlk olarak Trabzon’a uçmanız lazım orada indikten sonra hemen havaalanı çıkış kapısından sağ tarafta duran Havaş ile Rize/ Pazar otobüsüne binip yaklaşık 1,5 saat sonra Pazar merkezde iniyorsunuz. Pazar benim doğduğum yer eğer burada bir mola vermek ve gezmek isterseniz size önerim Kızkulesini görün, sahilde denize taş atın ve mis gibi Karadeniz’in suyuna bedeninizi emanet edin. Ardından herhangi bir lokantaya gidin bir de kurufasülye ve pilavı bizim memlekette yeyin. Dağlara yol almak için ise yine meydanda ( kime sorsanız söylerler) Çamlıhemşin dolmuşlarını bulun ve yaklaşık 30-40 dakika içinde çam ağaçlarının mis gibi kokusunun başınızı döndürdüğü yerde inin. Nerede Kalınır? Çamlıhemşin’de birçok kalacak otel veya pansiyon var. İsterseniz kamp yapabilirsiniz. Fakat benim kaldığım yere bir bakın belki siz de burada olmak istersiniz. Ben Ada Bungalovda kaldım. Çamlıhemşin’in tam içinde o meşhur Şenyuva Köprüsünün hemen altında yer alıyor. Orada Hidayet hanım var. İster istemez onun ile tanışacaksınız! Hidayet sizinle sohbet edecektir, sabahları fazla da olsa bol kepçeden mis gibi kokan tereyağı ve yumurtalı ekmekli kahvaltı sunacak, Akşamları ise memleketin en güzel yemeklerini kendi pişirip sofranızı hazırlayacaktır. Bunun dışında eğer yaylalara gitmek isterseniz ise de size büyük bir zevk ile yardımcı olacaktır. http://www.adabungalov.com/ Pokut ve Çat’a doğru… Çamlıhemşin’e gidilince yayla görmeden inmek olmaz hatta biraz vaktiniz var ise de yaylada konaklamanızı tavsiye ederim. Hemen hemen her gün günlük yayla turları mevcut. 59 tl ye Çat ve Pokut yaylası, Şelale, Kale ve görebileceğiniz hemen hemen her yerş gezdiren turlar mevcut. Bal Yolu. . . En güzel bal şüphesiz Çamlıhemşin’in balıdır öyleki osmanlı döneminde sulanların balları bile buradan gider ayrıca bal mumları da özenle toplanıp saray mumları bunlardan yapılırdı. Kaçkarların özel balı ile tanışmak ve bu bal yolunu keşfetmek isteseniz sizi Pokutsal.com’un bu etkinliğine doğru alayım. http://www.pokutsal.com/program/103/bal-yolu #Pokutyaylası #çamlıhemşingezisi #kaçkarturu #balyolu #çamlıhemşinnasılgidilir #adabungalov #rizepazar #çamlıhemşin

  • VIENNA GAY PRIDE

    Bugün günlerden Pride! Geçtiğimiz hafta Viyana’da gerçekleşen Pride yürüyüşündeydim. Bugün ise Istanbul’da gerçekleşecek olan Pride yürüşünün de bu kadar güzel geçmesini diliyorum. Türkiye de ne yazık kı bu gördüğünüz tablolar kadar sakin geçmiyor, geçemiyor değil bu herhanbir yürüyüş. Bu yüzden hani diyoruz ya özgürlük istiyoruz diye hep bir ağızdan! İşte o özgürlük aslında başkalarının özgürlüğüne saygı duyduğunda elde ediliyor. Dünya içerisinde din, dil, ırk ve insan ayrımı yapılmasa ve tüm cinsiyetlere, tüm dinlere, tüm karşı görüşlere saygı duyulsa inanıyorum ki daha yaşanılır bir hal olacak üzerinde yaşadığımız ve hala paylaşamadığımız dünya!!! Hepinize sevgi, hoşgörülü bir bayram dilerim. Viyana gezisi ve Pride aynı zamanda vlog’da!! #lgbtyürüyüşü2017 #paradise2017 #viennanow #lgbt #pride2017 #gaypride #viennaparadise2017 #gay #viennapride2017 #onuryürüyüşü #lovewins

  • VIENNA NOW - VİYANA TATİLİ

    Herkese merhaba, iki günlük hafta sonu için bu sefer yolumu Viyana’ya çevirdim. Keyifli geçen Viyana seyahatimde hem şehrin önemli noktalarını gezdim hem o özel yemeklerininin tadına baktım hem de Viyana Pride da boy gösterdim. Öncelikle şunu belirtmem lazım ki benim gibi şehri karış karış, sokak sokak gezen biri iseniz Viyana’ya bolca vakit ayırmanız lazım! yani kesinlikle en az 4-5 gün kalmak gerektiğini düşünüyorum. Hem bu şekilde bu özel şehrin tadını tam çıkarır hem de tarihin ve sanata bolca doyarsınız.  Her neyse dediğim gibi Viyana’yı ziyaret etmek için fazlasıyla sebep var. En başta tarihi bir şehir olması Viyana’ya ziyaret etmemiz için en büyük etken olmasına rağmen bunun dışında klasik müziğin merkezi olması, Jegendstil mimarisine sahip tarihi binalarının olması, mis gibi kahveleri, leziz mi leziz Şinitzeli ve Apfelstrudel’in memleketi, Avusturyalı nörolog Sigmund Freud’un ülkesi ve daha daha fazlası… WE ARE ALL MAD HERE! Cumartesi saat 08:15 uçağından biner binmez yaklaşık 2 saat yolculuğumuz sonrasında Viyana saati ile 11:00 gibi kalacağım otelde soluğu alıyorum. ( Viyana – İstanbul saat farkı -1 ) İki günlük Viyana ziyaretimde 25hours Hotel at MuseumsQuartier‘deyim. Odamıza çıkmadan evvel otelimizin altında bulunan cafesinde öğlen yemeğimiz! Altta ise odamı göreceksiniz, tüm Viyana’ya hakim bir şekilde konumlanmış otel hemen hemen her yere yürüme mesafesinde! Odamın penceresinden ise tablo böyle! Çok fazla vaktim olmadığından dolayı makinemi alıp şöyle bir şehir turu yapıyorum hızlıca, Sokak aralarına giriyorum kendi beynimde sokakları çözmeye çalışıyor bir taraftan da fotoğraf çekiyorum. Evet zaman kısıtlı çünkü saat 15:00 gibi Viyana Pride yürüyüşü başlayacak ve bu yürüyüşü asla kaçırmak istemezdik. İki günlük viyana gezimde neredeyse  her yerde Pembe Tavşan karşıladı bizi! Ünlü Alman sanatçı Albrecht Dürer’in 1502’de  yapmış olduğu “Young Hare” resmi Viyana’daki Albertina Müzesi’nde yer almaktadır. Viyana sokaklarını süsleyen bu heykeller ise 2005 yılından bu yana sokaklarda sergileniyormuş. VİYANA GEZİLECEK YERLER Hofburg Sarayı, Schönbrunn Sarayı, Aziz Stefan Katedrali, Sanat Tarihi Müzesi gibi yerler muhakkak Viyana’da gezilecek yerlerin başında gelir. Alışveriş yapmak ve kent yaşamını deneyimlemek için toplu ulaşımı kullanarak Kartner Strasse, Mariahilferstrasse gibi merkezi noktalara ulaşabilirsiniz. Bu caddelerde ayrıca yabancı mutfak kültürlerini keşfetmeyi sevenler için pek çok kafe ve restoran bulunuyor. Sanatın ve kültürün Avrupa’da gelişiminde katkısı bulunan kentte Viyana Devlet Opera Binası’nı ya da Mozart’ın Evi’ni ziyaret ederek klasik müzik hakkında önemli bilgiler edinebilirsiniz. Viyana’nın simge yapılarından olan Aziz Stefan Katedrali, şehrin tam kalbinde yer alıyor. 12. Yüzyıldan kalma ana orta yapı 1304-1433 yılları arasında gotik tarzda yenilikler geçirmiş. Katedralin kuzeyde yer alan kulesi, 1579’da Rönesans estetiğine göre yeniden tasarlanmış. Yıllar süren eklemeler sonucunda muhteşem bir mimariye dönüşen yapının  görülmesi gereken en önemli bölümleri; Devler Kapısı ve Putperest Kuleler, Kule Külahı, Çinli Çatı, Singer Kapısı, Vaiz Kürsü ve Yüksek Altar. Dilerseniz katedralin Güney Kulesi’ne asansörle çıkarak Viyana’nın muhteşem manzarasını seyredebilirsiniz. KOKTEYL VE AKŞAM YEMEĞİ İÇİN HAZIRIZ! Günün keyifli koşuşturması ardından soluğu tekrar otelimizde alıyoruz. Biraz dinlenip üstümüzü akşam için değiştirdikten sonra terasta hem Florian ile tanışıp hem de Viyana da gün batımına keyifle kadeh kaldırıyoruz. Ve sıra geldi akşam yemeğine! Akşam yemeği için soluğu  belkide şehrin en güzel gün batımın olduğu Pembenin tüm tonlarının yansıdığı Motto am Fluss Restoranda alıyoruz. Bildiğiniz gibi Viyana denince Şinitzel gelir akla ve sanırsam en doğru adreste Şinitzelimi yedim. VİYANA’DA 2. GÜN Viyana çıkarmamın 2. gününde kahvaltı için çok özel bir yere gidecektik. 220 metre yüksekte bir gökdelenin terasında bulunan Melia Hotel’in terasında tüm Viyana’yı ayaklar altına alıp keyifle kahvaltımızı ettik. ÖĞLEDEN SONRA.. Viyana’ya kadar gitmişken Prater’i görmeden olmazdı değil mi? Prater içinde bulunan lunaparkta Viyana’nın sembollerinden olan Riesenrad (Dönme Dolap) 1896 yılında İmparator I.Franz Joseph’in tahta çıkışının 50. yılı dolayısıyla İngiliz mimar Walter B. Basset’e 30 adet vagonlu olarak yaptırılmış. II. Dünya Savaşı’nda hemen hemen tamamı yanmış 1947 yılında tekrar hizmete açılmıştır. Dönme dolaba binmeden önce ufak bir müzeden geçiyorsunuz müzede vagon içerinde çeşitli minyatürler sizi karşılıyor. Bir çok önemli filmin burada çekilmiş olamsı beni hayli sevindiriyor! Hatta The Third Man geliyor aklıma aniden.  2. dünya savasi sonrasi viyana‘da gecen film. hatta prater sahnesi pek meshurdur. Filmin o sahnesini ve çekmiş olduğum güzel kareleri ise altta görebilirsiniz. 🙂 The Third Man at The Prater ŞEHRE DÖNÜŞ! Lunapark sefamızı da yaptıktan sonra şehir turumuz tüm hızı ile devam ediyor. Doğal olarak acıktık ve işte o meşhur Viyana sosislerinin tam sırası! Hemen hemen tüm Viyana sokaklarında bu sosis büfelerine rastlıyorsunuz. Sosisler, acılı, acısız, dana, domuz gibi seçenekler ile satılıyor. Arzu edenler sosini ekmek ile isteyenler ise ekmeksiz tercih edebilir. Ben ekmeksiz ama yanında buraya özgü tattaki birası ile tercih ettim. 2 günlük kısa ama keyifli Viyana yolculuğunun sonuna doğru yaklaşırken son olarak durağımız buranın en meşhur oteli Sacher’in altında bulunan aynı isimdeki kafesinde soluğu alıyoruz. E yer meşhur olunca ilgi ve alakada o kadar çok oluyor! Hepeyi bir bekleme ardından masamıza oturuyoruz ve 1832 yılından günümüze kadar hala popülerliğini koruyan kafenin Sacher turtasının tadına burada bakıyoruz. Evet yolculuğumuz bitti ve ben tekrar Viyana’ya gitmek için sabırsızım! Düşünün 2 günde yazacak bu kadar çok şey varken bir hafta kalsam neler çıkardı 🙂 Bu ziyareti gerçekleştirmemi sağlayan www.vienna.info ailesine ayrıca çok teşekkür ederim. Benim unuttum es geçmiş olduğum veya atladığım herşeye bu linkten ulaşabilirsiniz. Sevgiyle, Onur Erol #viyanagezirehberi #viennanow #sacher #viyanagezilecekmekanlar #viyanadagezilecekyerler #viyanagezisi #onurollstyleviyana #viyanadaneyenir #travelwien #viyanatarihi #wientour

  • ANADOLU HISARI KALESİ / GÖKSU

    Herkese tekrardan merhaba! Benetton ile son durağımız dillere destan Göksu… Hala bozulmamış eski evleri daracık sokakları, deresi ve Anadoluhisarı kalesi  ile meşhur Göksu’dayız bu sefer. Tarih kitaplarını şöyle bir karıştırınca  I. Mahmut Kağıthane mesiresi isyan sonrası görkemli günlerini geride bırakınca Göksu kıyısında gösterişli ahşap bir yalı yaptırır. İşte bu yalı Göksu’nun kaderini değiştirecektir. Ardından Göksu çevresine kır kahvehaneleri birbiri ardına inşa edilmeye başlanır. Günlük gezintileri, kayık sefaları, mehtap alemleri, ortaoyunları, fasılları 17. yüzyılda Göksu’yu şehrin sosyal merkezlerinden biri haline getirir. IV. Murat da kayıtsız kalmaz bu eşsiz semte; çevresini ihya edip Gümüş Servi koyar adını. Evliya Çelebi seyehatnamesinde “İstanbul şehri içerisinde madenlerden dokuzuncusu Göksu Hisarı denen gezinti ve eğlence yerindeki dağlardan taşlardan çıkan kireçtir ki, kardan ve sütten beyaz olup dünya üzerinde benzeri yoktur. Onuncu maden ise yine Göksu’da çıkan kırmızı topraktır. Bu topraktan çeşitli bardaklar, çanaklar ve çömlekler yapılır.” der. Nedim, Enderunlu Vasıf, sonrasında Recaizade Ekrem, Ahmet Rasim, Saffeti Ziya, Halit Ziya, Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Pierre Loti; şiirlerinde, şarkılarında, romanlarında geniş yer ayırırlar Göksu’ya. Bugün Göksu hala güzel ve İstanbul’un nefes alınabilir, içinize çektiğinizde anlatısıyla tarih kokan bir semti. Küçüksu ve Göksu dereleri arasında kendini kısmen muhafaza eden çayırı, Küçüksu Kasrı, iskelesi, kasırla Göksu Deresi kıyısına sırasıyla dizilmiş birbirinden şirin restoranları, çömlekçileri, mısırı, tarihi halat fabrikasıyla Göksu eprimemiş anlatısıyla zamana direnmekte. ANADOLU HISARI KALESİ: İstanbul Boğazı ile Göksu (Aretas) Deresi’nin Boğaz’a karıştığı yedi dönümlük, denize doğru uzanan alanda bulunan bu kale çevreye ismini vermiştir. Anadoluhisarı, ileri bir karakol olarak Yıldırım Beyazıt tarafından 1395 yılında yaptırılmıştır. Kalenin bulunduğu alanda yapılan araştırmalarda daha eskiye yönelik kalıntılara rastlanmamıştır. Yıldırım Beyazıt’ın bu kaleyi yaptırmasındaki amaç Boğaz geçişlerini kontrol altına almak ve Göksu Vadisi’ne girişi de önlemek idi. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde Güzelcehisar olarak ismi geçen bu kaleye Gözlücehisar ismi de yakıştırılmıştır. Nişancı Mehmet Paşa tarihinde kalenin yapım tarihi 1394–1395 olarak belirtilmiştir. Çiçekli Uzun Kollu Gömlek / BENETTON Pantolon /  BENETTON ( satın almak için yukardaki linke tıklayabilirsiniz. ) PHOTOGRAPHY HÜSEYIN KIRLAK #istanbulgezirehberi #benettonmensfashion #benettonerkektshirt #anadoluhisarıkalesi #Beykoztarihi #beykozgezisi #anadolufeneri #benettonşort #beykozfener #benetton2017summer #fashionblogger

  • ANADOLU FENERİ

    Herkese Merhaba, Istanbul’un sadece bir semti bile yazmakla bitmiyor. Benetton ile Beykoz turumuzun bu seferki rotası ise buranın en meşhur köylerinden biri olan Anadolufeneri . . Bol iyot ve yosun kokusu temiz hava ve hafif rüzgar ile ruhunuzun gerçekten sakinleştirdiğini söyleyebilirim. Bunun dışında hem Istanbul’un içinde hem de çok uzaklarda bulunduğunuzu hissediyor, görüyor ve yaşıyorsunuz. Gelelim köye; Adını burada bulunan deniz fenerinden almış. Istanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açılan kısmında  küçük bir yarımada üzerine kurulmuş olup bu Deniz Feneri ise 1834 yılında kurulmuş. p.p1 {margin: 0.0px 0.0px 0.0px 0.0px; font: 12.0px ‘Helvetica Neue’; color: #454545} Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerini Boğaz’ın ve Karadeniz’in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener Mayıs 1856 yılında Fransızlar tarafından karşı sahildeki fener ile beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlanmış. 1933 yılında ise Fransızlara verilen 100 yıllık anlaşmanın bitimiyle tamamen Türklere geçmiş. Polo Yaka Tişört / BENETTON Şort /  BENETTON ( satın almak için yukardaki linke tıklayabilirsiniz. ) PHOTOGRAPHY HÜSEYIN KIRLAK #anadolufenerigezi #istanbulgezirehberi #benettonmensfashion #benettonerkektshirt #Beykoztarihi #anadalufeneri #beykozgezisi #benettonşort #beykozfener #benetton2017summer #fashionblogger

  • POYRAZKÖY GEZİSİ

    Herkese tekrardan merhaba, Benetton ile keyifli yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyorum. Bir önceki postumda Yoros Kalesini gezmiştik şimdi ise arabanın arkasında duran Yeşil Polo yaka tişörtümü üzerime geçirip soluğu Boğaz’ın en şirin köylerinden biri olan Poyrazköy’de aldım. Poyrazköy, Beykoz ilçesinin en meşhur köylerinden birisidir. Tipik bir balıkçı köyü olan Poyrazköy turistlerin de uğrak yeridir. Kuruluş tarihi altı yüzyıl öncesine kadar giden Poyrazköy’e ilk yerleşenlerin Cenevizlilerin olduğu tahmin edilmektedir. Köye daha sonra Bizanslılar gelip yerleşmiş ancak köyün Osmanlı hakimiyetine geçmesinin ardından Trabzon ve Rize’den getirtilen insanlarla birlikte çehresi değişmiştir. Köyün kuzey doğusunda, boğaz girişine hakim bir yerde bulunan gözetleme kulesi, ünlü Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı Cevdet Paşa’nın kayıtlarına göre 1778’den sonra Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa tarafından Fransız mimar Baron de Tott’a yaptırılmıştır. Bu gözetleme kulesinin giriş kapısının sağında ve solunda personelin kalması için inşa edilen mahsen girişleri oldukça özgün bir karakter arzetmektedir. Köyde bulunan Poyraz Kalesi de yine aynı dönemlere aittir. Poyraz Kalesi’nin hemen karşısında Garipçe Kalesi bulunmaktadır. Kara kısmından çok az bir bölümü görülebilen kale askeri amaçlar için kullanılmıştır. Kalabalıktan uzak, sakin ve dingin bir keyif yaşamak için mükemmel seçimlerden bir yer burası… Poyrazköy’ün merkezine girmeden ufak bir kumsalı olan plaj kucak açıyor size, plaj çevresinde çeşitli tesisler ve restoranlar bulunuyor. Bu restoranların en büyük özelliği ise her daim taze balık bulabilmenizdir. Poyrazköy’ün bir diğer özelliği ise rüzgara ve akıntıya karşı korunaklı olduğundan çeşitli yat ve teklerinde tercih ettiği yerlerin başında geliyor. Polo Yaka Tişört / BENETTON Şort /  BENETTON ( satın almak için yukardaki linke tıklayabilirsiniz. ) PHOTOGRAPHY HÜSEYIN KIRLAK #poyrazköytersane #istanbulgezirehberi #benettonmensfashion #benettonerkektshirt #poyrazköy #Beykoztarihi #beykozgezisi #benettonşort #poyrazköyplajı #benetton2017summer #fashionblogger

  • Meksika Tatili : Bir medeniyetin yok edilişi Kızılderililer

    “Bir kere “Al şunu” demek, iki kere “Ben vereceğim” demekten iyidir.” Herkese merhaba Meksika gezisi sırasında rastlamıştım bu harika dans gösterisine ve bu muhteşem gösteriyi izlemek, her bir kareyi çekmek ne büyük şanstır benim için… O günün etkisini hala bütün ruhumla hissediyorum. O kadar etkilendim ki bu medeniyeti ciddi ciddi araştırma yoluna koyuldum ve hatta instagram‘da çizmiş olduğum resimlere bile ruhunu yansıttım. Her ne kadar soylarını tüketmek için bir sürü katliamlar yapılsa da hala yaşayan kabilelerin olduğunu bilmek ve onları görebilmek ne güzeldi! Evet, kızılderililer‘den bahsediyorum. Yeryüzüne gelmiş en güler yüzlü, sevecen ve misafirperver insanlardan yani… Bir zamanlar Amerika’nın geniş vadilerinde mutluluk içinde yaşayan asil bir ırktan yani. Hani yaklaşık dört yüz yıl önce, dünyanın diğer ucundan gelen ‘soluk benizlileri’ de ‘kardeş’ deyip basan fakat “Onlara bir kılıç gösterdim keskin tarafından tuttular ellerini yaraladılar ” diyen Amerika fatihi tarafından, sevgiye karşılık düşmanlık, yardıma karşı nankörlük, mertliğe karşı alçaklık gören kızılderililerden bahsediyorum. Öz yurtlarında ‘parya’ edildiler, ezildiler, öldürüldüler; ‘medeniyet’ ve ‘Tanrı’ adına… Sefil ruhların bölük-pörçük zulümleri gün oldu devletleşip balyoz gibi indi başlarına! Artık gülmüyorlardı, gülemiyorlardı… Hikaye oldukça uzun ve acıklı bunu sayfanın sonunda geniş olarak okuyacaksınız ama sıkılmanızı istemediğimden bu yazıyı yazmamın asıl amacı şuydu; Hani bilirsiniz; Sözler vardır eskilerden söylenen ve hala bugün bile bizi düşündüren belkide iyi insan, faydalı insan, farkında olan insan olmamızı sağlayan. O yüzden de bugünkü yazımda ben çekmiş olduğum fotoğaraflarla çok yerinde olacak, her birimizi düşündürecek Kızıldereli sözlerini yazmak istedim. Ama yazarken de baz biraz bu kabileler hakkında da bilgi vermesem de olmazdı. Dediğim gibi hikayenin en can alıcı bölümü altta muhakkak okuyun. Tabiatın bahçelerinde küçük bir çocuk hayretiyle gezinirken, kuşların şakımasında, suların çağıldamasında ve çiçeklerin tatlı kokusunda Yüce Ruh ‘un fısıltılarını duyarım. Siz buna putperestlik mi diyorsunuz?” (Sioux Kabilesi – Zitkala Sa) “Dünya yüzündeki her adımınız ibadet olmalıdır. Saf ve iyi ruhun kuvveti her insanın kalbindedir ve kutsal bir yolda yürürken tohum saçılmış gibi büyüyüp gelişecektir. Ve eğer her adımınız ibadet olursa, daima kutsal yolda yürüyorsunuz demektir”. (Sioux Kabilesi – Beyaz Surat) Dedikodu şeytan ile dama oynamak gibidir; bazen kazanırsınız, fakat çoğu kere kendi oyununuzda tuzağa düşersiniz. (Hopi Kabilesi) Bütün bitkiler bizim kardeşimizdir. Onlar bizimle konuşur; eğer kulak verirsek onları duyabiliriz. (Arapaho Kabilesi) Soru sormayın, Gözleyin, dinleyin, bekleyin. Cevap size kendiliğinden gelecektir. (Pueblo Kabilesi Larry Bird) Dosdoğru konuşun! Kelimeleriniz güneşin ışığı gibi doğruca kalplerimize girsin. (Chiricahua Kabilesi – Cochise) Konuşmak istediğin zaman ışıkta dur! (Crow Kabilesi) Aşkı tanıdığında, yaratıcıyı da tanırsın. (Fox Kabilesi) Bir düşman çok, yüz dost azdır. (Hopi Kabilesi) Yaradılış devam etmektedir. (Sioux Kabilesi) Bitkilerin canlı olduğunu düşünürüz. Onların suyu, kanlarıdır. Doğar, büyürler. Aynı gerçek, ağaçlar için de geçerlidir. Her şey ölür. Her şey öldüğüne göre her şey canlıdır. Her şey canlı olduğu için, her şeye hediyeler vermek, gönüllerini hoş etmek gerekir. (Pomo Kabilesi) Kızılderili’nin hayatı gökteki kanatlılara benzer. Şahin avına nasıl yaklaşır, nasıl yakalar bilirsiniz. Kızılderili de öyledir. Kartal kurnazdır, Kızılderili de öyledir. Bu yüzden biz kendimize tüy takarız. Bizim gökteki uçan kanatlılar ile akrabalığımız vardır. (Sioux Kabilesi – Kara Geyik) Biz ruhun bütün yaratıklara verilmiş olduğuna, her yaratığın, kendisi şuurunda olmasa bile, bir derecede ruha sahip olduğuna inanırız. Ağaç, şelale, boz ayı, her biri cisimleşmiş bir ruhtur, her biri saygıya layıktır. (Sioux Kabilesi – Ohlyesa) Gençlikte dilinizi tutun da dinleyin. Böylece yaşlılıkta halkınıza hizmet için olgun düşüncelere sahip olabilirsiniz. (Sioux Kabilesi – Wabashaw) Beyazların dili ne kadar esnek olmalı ki, doğru yaptıkları yanlış, yanlış yaptıkları da doğru gibi görünebiliyor. (Sauk Kabilesi – Kara Şahin) Benim insanlarım çiftçilik yapmayacaktır. Toprağı ekip biçen insanlar hayal kuramaz. Hâlbuki hikmet bize hayaller ile gelir. Palute Kabilesi – Wovoka (Çiftçilik yapmayı kabul etmediler.) Yanlışı gören ve önlemek için eli uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur. (Omaha Kabilesi) Bizim için sessizlik mana yüklüdür, konuşmadan önce sessizlik zamanı ayırmak, düşüncenin konuşmadan önce geldiğine olan inancının tezahürü olarak saygı ve nezaket gereğidir. Kederin, hastalığın, ölümün ortasında, ya da herhangi bir talihsizlikte ve büyüklerin yanında sessizlik, saygı göstermenin işaretidir. Sessizlik kelimelerden daha güçlüdür. Kızılderili’nin iyi davranış ilkesi olarak benimsediği bu kesin âdet hiç şüphe yok, beyaz adam tarafından yanlış yorumlandı. Onu aptal, dilsiz, garip, duygusuz olmakla itham ettiler. Hâlbuki o insanların en hassası idi, ama derin ve samimi duyguları kontrol altına alınmıştı. Kızılderili için sessizlik, Disraeli’nin “Sessizlik gerçeğin anasıdır” sözündeki manaya benzer. Her an konuşmaya hazır olan ciddiye alınmaz, ama sessiz insana daima güvenilmiştir. (Sioux Kabilesi _ Ayakta Duran Ayı) Eğer bu dünyada doğru işler yapmazsam, ruhumdan sorumlu olan tek kişi benim. Kabahatli olan benim; Büyük Ruh değil, mabet değil, dağ değil, güneş değil, sadece benim. Kızılderili dininde öğretilen budur. (Yakıma Kabilesi – Alex Saluskin) Bir başkasının kabahati hakkında konuşmadan önce daima kendi çarığının içine bak. Sauk Boyu Dur, dinle. Hep konuşursan hiç bir şey duyamazsın. Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır. Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür. Ve her insan bir görevle yaratılmıştır. Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım. Apache Boyu HİKAYE NASIL BAŞLADI.. Amerika kıtası 12 Ekim 1492’ye kadar üzerinde güneşin batmadığı bir ülkeydi. Coşkun akarsularla kuşatılmış bu verimli topraklar üzerinde yer yüzünün büyük medeniyetlerini kurmuş doğayı katletmeden ondan faydalanmasını öğrenmiş silahı ve savaşı tanımayan ve öldürme nedir bilmeyen insanların yaşadığı ülkeydi, Amerika. Araştırmacıların tahmini hesaplarına göre Christoper Columbus Hint adaları sandığı Antil adalarına ayak bastığı tarihte bütün Amerika kıtasının nufüsu 30 ile 50 milyon arasında değişiyordu. Kristof Kolomp seyahatleri boyunca tuttuğu günlüğünde ilk gördüğü yerlilerin silahsız ve olduklarını belirterek;. “Onlara bir kılıç gösterdim keskin tarafından tuttular ellerini yaraladılar ” diyor. Yine Kolomp günlüğünde. “Bunlardan çok iyi hizmetkarlar olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimiz yaptırabiliriz” der Amerika fatihi! Kristof Kolomp ve beraberinde götürdüğü katil, hırsız, çapulcu ve dolandırıcılardan oluşan maceracıların, tanrının adını yaymak ve bilinmeyen toprakları ispanya krallığı adına kutsamak adına çıktıkları kıtada yaptıkları ilk eylem, kılıçlarını kınından kızılderılere çekmek olmuştu. Kolomp’un yeni toprakları keşif için çıktığı yolculuk, daha çok haçlı seferlerini andırıyordu. Kolomb’un Amerika kıtasında tek bir hedefi bulunuyordu. Zenginliğe ulaşmak Avrupa’da bulunmayan madenlere bir an önce sahip olma isteği ve hırsı… Kristof Kolomp’un “Altın “sözcüğünün yetmiş beş kez geçtiği seyir günlüğündeki, kızıl derilerle ilk karşılaşmayı okuyalım birlikte ” Kadınlar dahil hepsi anadan doğma çıplaktı. Gençtiler. Hiçbirisi otuzun üstünde değildi. Sağlıklı ve biçimli bedenleri bulunuyordu. Yüzleri çok güzeldi. Saçları düz, parlak ve at kuyruğu gibi gürdü. Gözleri koyu renkli ve iriydi. Bacakları düz ve uzun, karınları yağsız ve düzgündü.” Görüldüğü gibi Kolomp kendisini esir pazarında gezinen bir tüccar edasıyla gözlem yapıyor. Kıta yerlilerinin olanakları ölçüsünde kendi rızaları ile İspanyollara verdikleri onlara yetmedi. Yerlilerin geneli zayıftı. ihtiyaç duydukları ve az bir çabayla ürettiklerinden fazlasını ellerinde tutmazlardı. Ayda onar kişilik üç kişiye yeten miktar hristıyan bir ispanyol askerin sadece bir günlük tüketimiydi. İlk önceleri yerliler İspanyolları çok iyi insanlar oldukları zannetmişlerdi. Fakat günler geçtikçe bu insanların nasıl bir vahsetin temsilcisi olduklarını anlamakta zorluk çekmediler. Yerliler karılarını çocuklarını, mallarını dağlara kaçırarak saklama yolunu tuttular. Hıristiyanlar halkı tokatla yumrukla sopayla dövüyorlardı. Olaylar ele geçirdikleri bir köy beyinin karısının ırzına geçilmesiyle çığrından çıktı. Bu olayların ardından yerlilerde ok ve yaylar ile silahlanmaya başlarlar. Yerliler için artık dayanılmaz bir hayat başlar. Katliam ve kan dökme bütün Orta Amarıka kıyılarını sarar..Hrıstiyanlar köylere giriyor, çoluk çocuk, yaşlı hamile veya loğusa kadın demeden” ağıllara sığınmış kuzulara saldıran kurtlar gibi ” kurbanlarının karınlarını deşiyorlar, parçalara ayırıyorlardı. Hatta aralarında kimin tek bıçak darbesiyle bir insanı ortadan ikiye ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği yada bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahsine giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri tek tek toplayarak ayaklarından tutup başlarını taşlara çarpıyorlar bazılarını ise yüksekten ırmaklara atarak vahset’te sınır tanımıyorlardı. Tuttukları yerlileri ağaçlara bağlıyarak topluca ateşe veriyorlar katliamların diğer köylere ulaşmasını sağlamak içinde sağ kalanların ellerini keserek vahşetten diğer köylerin haberdar olmalarını istiyorlardı.Yakaladıkları köy beylerini ise önce direkler üzerine tahta çubuklardan bir ızgara yapıyorlar sonra ızgaraya bağladıkları beylerin altındaki ateşi körükleyerek diri diri yakıyorlardı. İspanya’dan gelen bu işsiz güçsüz çapulcu takımı Özellikle ispanyada kötü insanlar arasından seçilerek buralar getirilmiş gibiydiler. Gün geçtikçe katledilen yerliler kıtanın ormanlık bölümlerine kaçarak gizlenme yolunu tuttularsa da İspanyollar bunları bulmaları için köpek ve tazılar yetiştirdiler. Günlerce aç bıraktıkları yırtıcı hayvanları yerlileri parçalatmak için kullanmaya başladılar. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, kaşla göz arasında paramparça ediyorlardı. Artık İspanyollar arasında yerlileri vahşi köpeklerine parçalatmak bir spor haline gelmişti. O günleri gözleriyle görüp yazan Bartolome de Las Casas bakin ne diyor bu konu hakkında. “İspanyollar bu köpekleri beslemek için domuz sürüleri gibi yürüyen zincirlere vurulmuş birçok yerliyi öldürür ve insan eti satılan halka açık kasap dükkanları işletirlerdi. Birbirlerine “şu rezil herifin dörtte birini ver de bir diğerini öldürüne kadar köpeklerimin karnını doyurayım derlerdi. Sanki bir domuz yada koyunun dörtte biri konusunda pazarlık yapıyorlardı. Bazıları köpekleriyle birlikte ava giderlerdi. Geri döndüklerinde onlara avin nasıl geçtiği sorulurdu. O zaman şöyle cevap verirlerdi. “Çok iyi köpeklerimle birlikte 15-20 tane rezil yerli öldürdüm” Savaşlar bitip bütün yerli erkekler ölünce genelde olduğu gibi geride sadece genç delikanlılar, kadınlar ve küçük kızlar kaldılar. Hrıstiyanlar onları aralarında paylaştılar. Yerli erkek köleler Amerika kıtasının en önemli madeni olan Altın ocaklarında çalıştırıldılar. Kadınlar ise toprağı sürmeleri için tarlalara çiftliklere yerleştirdiler . Lohusa kadınların göğüslerindeki sütler bakımsızlıktan kurudu sütü kuruyan annelerin çocuklarıda kısa sürede açlıktan öldüler. Eşleri birbirinden ayıran İspanyollar yüzünden Kızılderili nufüsu azaldı. Yorgunluk ve açlıktan kadınlar ve erkekler teker teker ölmeye başladılar. Dağlara kaçan yerliler korkudan ne yapacaklarını bilemez bir duruma düşmüşlerdi. Ümitsizliğe düşen bir çok yerli çoluk çoçuğu ile birlikte ağaçlara kendini asmaya başladılar. İspanyol Vahşet’tin den kaçmak için intihar etmeye başladılar. BİR NESİL KATLEDİLDİ Bugün Peru’da 15.5 milyon nufüsun 9 milyonu, Ekvator’da 6,5 milyonu, Boliyva’da 4,5 milyonun 3,5 milyonu İnka nufüsundandır. Guetemala’nın 6 milyon nufüsundan 4 milyonu ise Maya Kızılderilisidir. 60 milyon nufüslu Meksika’da 10 milyon Maya ve Aztek , 10 milyon nufüslu Şili’de ise 600 bin İnka yaşamaktadır. ABD ve Kanada’da kökleri kazınmış olduğu halde, Amerika kıtasının tümünde aşağı yukarı 40 milyon Kızılderili bulunmaktadır. Özellikle ABD’nin Kızılderili toplumlarının köklü değişimlerini sağlamak için özel eğitim yöntemleri bulunmaktadır. ABD kızıl deriler için önce, onları hristiyanlaştarabilecek okullar açarlar.. 1500’lerin başından itibaren , başta Virjinia olmak üzere , yerlileri Amerikanlaştırmak için birçok okul açılır. Batılı eğitim baskısıyla yerlileri değiştiremeyeceğini anlayan beyaz insan her zamanki gibi güce ve hilelere başvurur.. COLUMBUS’UN SONU Amerika’ya 1493,1498 ve 1502 yıllarında seferler düzenleyen Christopher Columbus her seferinde Kızılderililer, papağanlar ve az miktarda altın ile geri döndüğünde kendisine “Sinek Amirali” diye adlandırılırdı. 1500 yılının 3 kasım günü kardeşleri Bartolomeo ve Diego ile birlikte İspanya’ya getirilirken kollarına takılan zincirlerin tabutuna sarılmasını vasiyet eder. Bu dileği son nefesini verdiği 20 Mayıs 1506’da gerçekleşir. Kolomp’un ölümünden sonra tabutunun yolculuğu başlar. Valladolid’de gömülen Kolomb’un kemikleri 1509-1514 yılları arasında Sevilla yakınlarındaki Las Cuevas kentinin Kartauser mezarlığına taşınır.1537 yılına gelindiğinde , sağlığında dört kez çıktığı yolculuğa yeniden başlar Christopher Columbus. Amerikan fatihinin kemikleri Atlantik’i aşarak Santa Domingo Katedrali’nin bodrumuna getirilir. Fransız ordusundan korunmak amacıyla oradan da çıkarılan tabut 1795’de Küba’nın başkenti Havana’ya nakledilir.1899’da ise Atlantik yeniden geçilir ve Christopher Columbus’un kemikleri Sevilla’da onuruna dikilmiş bir heykelin ayakucuna gömülür. Kolomb’a hayranlık duyan Papa Pius onun kilise tarafindan cennetlik ilan edilmesi için 1866’da bir girişimde bulunur. Kilise mahkemesinden olumlu yönde yalnızca bir oy çıkar ve Papanın teklifi reddedilir. BUGÜN… Günümüz Kızılderilileri ile ilgili en çok sorulan soru şudur: “Hala çadırlarda mı yaşıyorlar?” (bu soru zaten sadece Ova Kızılderililerini kapsıyor, çünkü çadırlarda yaşayanlar sadece onlardı.) Bu sorunun cevabına, hem evet hem de hayır diyebiliriz. Ancak ilk olarak, Kızılderililerin bugün nerelerde yaşadıklarını anlatmak gerekiyor. Kızılderili gruplarının hemen hepsi, kendilerine ayrılan Kızılderili Bölgelerine yerleşmek zorunda kaldı. Aslında bu bölgelere verilen adın tam Türkçe karşılığı “Kızılderili Rezervasyonu” (tabii rezervasyon kelimesine ne kadar Türkçe denirse). Kızılderililere ayrılan bu topraklar, genellikle doğa şartları bakımından yaşanması en güç bölgeler. Ancak Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada arasında büyük fark var. Her ne kadar Kanada’daki rezervasyonların bazılarının durumu kötü olsa da, Amerika’dakilerle karşılaştırıldığında oldukça iyi durumda sayılır. Bu iki zengin ülke içinde adeta üçüncü dünya ülkelerini andıran rezervasyonların bazılarında elektrik, su, yol, eğitim gibi hizmetler yok. Daha şanslı olan ve küçük tatil kasabalarını andıran bazı ise her türlü olanağa sahip. Kızılderililer ya bu bölgelerde yaşıyor, ya da orada yaşadıkları sorunlar nedeniyle (en önemlisi işsizlik) büyük şehirlere yerleşiyorlar. Şehirde yaşayan Kızılderililer genellikle yine kendileriyle ilgili konularda çalışıyor. Avukat, doktor, öğretmen, mühendis olanlar yine bir şekilde kendi halklarına hizmet veriyor. Şehre gelip iş bulamayanları ise zor günler bekliyor. Hem büyük şehre alışmak, hem de işsizlikle, evsizlikle başa çıkmak zorunda olan bu insanlar, genelde Kızılderili merkezleri yakınında toplanıyor ve gelen yardımlarla geçiniyor. Evsiz de olsalar, en azından sıcak bir yere gidip karınlarını doyurmak şansına sahip oluyorlar. Yine Kızılderililerin kurduğu bazı merkezler bu insanlara yiyecek, battaniye, soğuk kış günlerinde sıcak bir kap çorba ya da kahve dağıtmak için gece gündüz sokaklarda dolaşıyor. Bu yardımı yaparken elbette beyaz-Kızılderili ayrımı yapılmıyor. “Hala çadırlarda mı yaşıyorlar?” sorusuna gelince, şehirde yaşayanlar elbette çadırda kalmıyor. Ancak rezervasyonlarda yaşayanların hemen hepsi, küçük prefabrik ya da ahşap evlerinin, ya da ev olarak kullandıkları karavanlarının yanında bir çadır bulunduruyor. Aynı eskiden olduğu gibi kurdukları bu çadırları hem törenler için, hem de evin başka bir odası gibi kullanıyorlar. Geleneksel olarak çadırlarda yaşamayan Kızılderililerin rezervasyonlarında ise doğal olarak çadıra rastlanmıyor. Haftalarca, ya da aylarca ormanda, ya da bir nehir kenarında ava çıkan Kızılderililer de geleneksel çadırlarını hala kullanıyorlar. Ancak artık eskisi gibi yüzlerce çadırdan oluşan köylerde yaşayan Kızılderililer yok. Amerika’nın güneybatısında, kerpiç evlerde yaşayan ve geleneklerinin çok büyük bölümünü korumayı başarmış olan Kızılderililerin ise, yüzlerce yıl önce nasıl yaşıyorlarsa hala öyle yaşadıklarını söyleyebiliriz. Kaynak: http://www.bilinmeyenler.org/ #soykırım #meksikadagezi #kızılderili #kızılderilidansları #meksikakızılderilidansları #meksikagezisi #geziblogu #kızılderiliatasözleri #meksikakızılderili #kızılderilikabileleri

© 2025 by Onurollstyle.co. 

bottom of page