Hayallerimin şehri Roma!
Hepinizi içtenliğim, sevincim ve mutluluğumla selamlıyorum…
Roma’yı tüm sevdam ile anlatacağım. Belkide büyük bir aşk hikayesi gibi okuyacaksınız kim bilir. İçinde kaybolduğum, her şeyini kaybettiğim, sonra ezberim olan şehri satır satır anlatıyorum.
Her şey bundan 5 yıl önce başladı ilk yolculuk, ilk heyecanla çıkmıştım yola, içimde bir eksiği tamamlama umuduyla belkide…
İşte tam da öyle oldu. 2010 yılının serin ekim ayı saatin 3 ’üydü Fiumicino hava alanına indiğimde, Blog sayfalarından okudularım ve şehrin bariz haritasıydı bir tek elimde olan. En fazla bildiğim ise bir tren ile şehrin göbeğindeki book ettiğim ucuz bir otel adresi bir de…
Zamanı doldurup, sabahın ilk ışığında şehrin göbeğine Termini İstasyonuna beni götürecek treni beklemekten başka bir derdim yoktu. Hava alanında bulduğum bir cafeye girip buz gibi bir bira alıyorum ve valizimi sandalyemin bir köşesine yerleştirip heyecanla beklemeye koyuluyorum.
Zaman hızla akıyor, gün yüzünü göstermeye başlıyor. Yerimden kalkıp tren istasyonuna doğru ilerliyorum ve sonrası şehri hızla yarıp gecen tren ve ben….
Otele hızla yerleşiyorum. Ucuz ama şükürler olsun ki kirli değil sadece bir sorun var! Duş ve tuvalet ortak kullanım. Her neyse kaç gün kalacağım ki ve odada ne kadar zaman geçireceğim ki sorusunu kendime sorum rahatalamaya başlıyorum.
Otel resepsiyonundan aldığım şehir haritasını inceleyip gidilmesi gereken yerlere tik atıyorum ve başlıyorum saatlerce sürecek bir yürüme maratonuna…
Her defasında metro ’ya biniyorum. otobüs kullanıyorum. Termini’den Aşk Çeşmesi, Kolezyum ve Vatikan’a gitmek bu kadar zor olmamalı diye düşünürken 3 saatim yollarda geçiyor dahası hem yorulmuş hem de şehrin güzelliğinden mimlenmiş ruhum oluyor….
Yukarda anlattıklarıma eş olarak ilk Roma seyahatimin 2. gününde her şeyini bir hırsıza kaptırıp sefil bir hale düşsemde tatilimi orada sonlandırmayıp Floransa’ya uzatıyorum yolumu…
Roma’dan nefret etmiştim bir kere tüm nakit param, telefonum ve bilgisayarım bir çanta içinde gitmişti ne de olsa…
Floransa’ya vardığımda yine gecenin bir yarısıydı beni tiren istasyonunda karşılayacağını söyleyen bir arkadaşım gecenin bir yarısı sarhoş olup beni unutacağını bilemezdim tabii ki, Sanırsam İtalya’dan uzaklaşmam ve ülkeme İstanbul’a dönmek iyi gelecekti!
Ah derin bir özlemle Boğaz köprüsünü özlüyorum…
Her neyse bizim kızdan hala haber yoktu cidden bir tren istasyonunda ve lanet olası bir ülkede tek başına çaresiz kalmıştım. Gittiğim tüm otellerde yer yok üstelik!
Yine bir bilet aldım ve Roma’ya geri döndüm. Bu kez biraz daha paraya kıyıp daha iyi bir otelin kapısını çaldım.
Herşey Yolunda!
Kocaman otel odasında neredeyse dans eddecek durumdaydım. Bir önceki daracık tek yataklı ve üstelik tuvaleti olmayan bir otelden sonra burası bana saray gibi gelmişti..
Az çok bildiğim şehirde artık metroyu kullanmamaya başladım. Her yer ne kadar yakınmış!
Şehri 3- 5 adımda talan ediyor. Yeni arkadaşlar buluyor çok ama çok eğlenmeye başlıyordum.
Hatta o kadar eğleniyordum ki herşeyini kaybetmiş olan ben miyim diye bir bakıyordum…
Roma’ya seyahatim 2010 yılından sonra seyahatlerim daha da çoğaldı. Her sene gitmediğimde özlediğim bir şehre dönüştü ve o gün bugündür beni benden alan bir aşka dönüştü.
Her gittiğimde kendimi bulduğum bir yer haline geldi.
İtalya benim için bambaşka ama Roma daha başka!
En son Milano moda haftası sonunda 2 günde olsa uğradım Roma’ya her şey 6 ay önce bıraktığım yerden devam ediyordu… Gittiğim barda ( Coming Out ) Pasquale duruyor, Claudia yine sokakta erkeklerle dans edip laf atıyor, gelen turistler ortalığı kesiyor bense Kolezyum’a karşı şarabımı yudumluyordum.
Otelim özellikle 2010 yılından sonraki tecrubemden dolayı Via Nazionale’de oluyor. 10 dakikada Aşk Çeşmesi’ne Kolezyum’a ve Piazza Navona’ya ulaşabiliyordum gündüzleri mutlaka Angelina di Trevi’de kahve içmek, akşamları ise yemekten sonra mutlaka Ai Tre Scalini’de bir şeyler atıştırmak Romalı olmak demekti benim için…
Öyle herkesin bildiği, turistlik mekanları çok tercih etmem benim Roma’mda! Şehrin sokak aralarında mümkünse sakin ve kalabalıktan uzak olmalı…
Bir şarkı mırıldanmalısın tarihi altüst eden sokak aralarını geçerken, sokakta gördüğün herkese bir “ciao” demelisin!
Gündüzleri pencerini açıp “buongiorno” demek lazım Roma’ya…
İşte bu kadarla bitmiyor tabii ki…
daha çok yazmak isterim ama bu kitaplaşacak bir hikayenin bir ön sözü olur sadece 🙂
Hepinize sevgilerimle,
Hikayenin devamı olur ya bir gün yine daha ince detaylarla yazılır belki!